Osmanlı döneminin halkı sürü gibi gören altı yüzyıllık koşullandırılması tam olarak kırılamamıştır. Bürokrasi sürekli baskı aracı olarak kullanılmıştır.
Bülent Ecevit, “Gericilik Osmanlıcılıktan Kaynaklanıyor...” başlıklı yazısında: ”Teokratik Osmanlı düzeni, dini, bir siyasal güç kaynağı olarak ve özellikle de Türk toplumu üzerinde, bir baskı aracı olarak kullanırdı.
İslami özünden uzaklaştırıp yozlaştırmıştır. Arap kültür emperyalizmine boyun eğmiştir.
Hurafeleştirmiştir; Müslüman Türk halkını din bilgisinden de gelişme
için gerekli bilgilerden de eğitimden de yoksun bırakmıştır. Türkleri
yönetimde etkisiz kılmıştır.
Osmanlı teokratik düzeninin belli siyasal
nedenlerle başka dinlere gösterdiği hoşgörü "laiklikmiş" gibi
tanıtılarak, Cumhuriyetin getirdiği laiklikle Osmanlı teokrasisi
birbirine karıştırılarak zihinler bulandırılmakta yeni bir kavram
karmaşası yaratılmaktadır.
Osmanlı düzeni İslam'ı nasıl yozlaştırdı ise, şimdi bu tür bir
Osmanlıcı kültür kampanyasıyla da laikliği yozlaştırmaya
çalışılmaktadır.
Atatürk'ün Devrim kültürünü geliştirip yaymakla görevlendirdiği
bağımsız siyasal ve kültürel kurumlar kapatılırken, ya da nitelikleri
ve işlevleri değiştirilirken; Osmanlıcılık, gitgide, Devletin kültür
politikasına egemen olmaktadır. Devlet ve yazın dilinde Türkçe
oranının. Fatih'ten Önce olduğu gibi, yeniden dört de üç oranına
yükselmesi, ancak, Cumhuriyet çağındaki dili özleştirme akımıyla
sağlanabilmişti. Şimdi, son yılların Osmanlı özenticiliğiyle birlikte,
Türkçe sözcükleri aforoz etme eğilimi de yeniden hortlamıştır.
Din Osmanlı düzenin de olduğu gibi, şimdi de yönlendirip gütme aracı
gibi kullanılmak istenmektedir.” (NOKTA dergisi, 13 Ekim 1985)
Halk, bürokratik kurumları devlete ilişkin sorunlarının çözümleneceği bir yer olmaktan çok kendini azarlayan, horlayan, zorluk çıkaran Bugün git,yarın gelle işkence eden yerler olarak görmektedir. Çünkü işleyiş böyle...
AKP hükümetleri döneminde iktidarın ve egemen güçlerin denetim ve istemleri doğrultusunda karar alan ve uygulayan bir mekanizmaya dönüştürüldü.
Türkiye´de baskı dönemlerinde Osmanlıcılık ve Osmanlı hastalığı hortlatılır. Halkın ülkeye ve sorunlarına sahip çıkmasını engelemek için yapay gündemlerle sorun başka yerlerde aranır.
İkinci Dünya Savaşının başlarında yazar Vedat Nedim Tör, kokuşma ve bağanazlık için Osmanlı hastalığı deyimini kullanmış ve bunun 10 türünden söz etmiştir. Kısa kısa bunları da görelim: (*)
1. Aşağılık Duygusu: Osmanlı Saltanatının çöküş devresinde Türk münevverlerinin büyük bir ekseriyeti bu illete tutulmuştu.
Avrupa hayranlığı,softalık, kozmopolitlik, züppelik. Osmanlılık gibi karışık şekillerde tecelli eden bu hastalık, bir nevi ruhi kapitülasyonlarımızdı.
2.İçtimai Alakasızlık: Osmanlı efendisi, Osmanlı İmparatorluğunun miras yedisidir. Hazıra alışmıştır. Halkın sırtından geçinir. Tufeylidir.(asalak, başkasının sırtından geçinen, parazit) İşten hoşlanmaz. İş aşağı halkın ve reayanın karıdır ve halk karanlık bir yığındır ki, vazifesi efendisinin rahatını temin etmektir.
Onun indinde, devlet halk için değil, halk devlet içindir. Halka hizmet mefhumunun tamamıyla yabancısı ve düşmanıdır. Bilakis halk, kendisinin hizmetkarıdır.
3.Mes´uliyet (Sorumluluk) Korkusu: <İhmali Mes´uliyet yoktur: İcrai Mes´uliyet vardır> formulü Osmanlı efendisinin iş ahlakıdır. Osmanlı efendisi bir işin mes´uliyetini almaktansa onu yapmamayı tercih eder. Çünkü o gayet iyi bilir ki, >bu işi niçin yapmadın diye hiçbir vakit sormazlar.>
4.Dedikodu-İçki-Kumar: Dedikodu onun havasıdır. Onsuz yaşayamaz. dedikoducu, en iyi, en müsbet bir işte bile, muhakkak bir pürüz arar ve bulur. Bulamazsa kondurur ve atölyesinde öyle bir agrandismanını yapar ki, herkes yalnız onu görür.
Dedikodu ve riya , Siyamlı Kardeşler gibi birbirine yapışıktır. Dedikoducu mutlaka ikiyüzlü, ikiyüzlü mutlaka dedikoducudur.
Dedikoducunun bir nevi de imzalı imzasız, arızalarla jurnalcilikten tan pek keyiflenir. Hele bu ihbarnamelerin muameleye konduğunu bir haber alırsa, ağzı kulaklarına varır ve ubudiyetini (kulluğunu) tazeleyecek yeni bir arıza karalamak için kaleme sarılır.
İçki ve kumar da Osmanlı efendisinin mükeyyefatındandır. İçki ve kumar çok kere heyecanları, suni surette kamçılanmağa muhtaç olanların karıdır.
5. Ahretçilik: Osmanlı efendisinin gözünde hayat, ahirete götüren bir köprüdür. Aslolan ölümdür. Dünya yalancıdır ve bütün değeri dır. Osmanlı efendisi ve Osmanlı softası, Türk insanının, sefalet, mahrumiyet, ızdırap karışışındaki yüksek mukavemet kudretini, ahiretçilik serabı ile istismar etti. Türk köylüsü ahirete inanarak, dünyasını zindan ve kurban etti. Fakat ahlak asaletinden hiçbir fedakarlığa yanaşmadı. Türk köylüsünün bu karakter salabeti üzerinde titreyelim.
Türk münevverinin ilk vazifesi, Türk insanını iyi tanımaktır. Osmanlı bu vazifesini daima ihmal etti ve onu ahiretçilik afyonu ile bezgin ve uyuşuk bir hamura kalbetmek istedi. Ve şeklen de muvaffak oldu.
6. Güzel Düşmanlığı: Osmanlı efendisi heyecan kabiliyetini kaybetmiş, yaratıcı ateşi sönmüş, güzele karşı hassasiyeti katılaşmış bir tahta kalıptır. Ruhu güzellik haddesinden geçip incelmedi: Resim günahtı, heykel haramdı. Raks gayri ahlaki idi. Musiki bir nevi meze idi. Tiyatro oyuncu Ermenilerin karı idi.
Osmanlı efendisi edebiyatta insan, cemiyat, millet, memleket ve tabiat unsurlarına hemen hiç el sürmedi. Ve şiiri çok kere odalık gibi kullandı. Fakat halk daima kendini, muhitini ve yurdunu terennüm etti.
Bizde idareci sınıfla halk arasındaki büyük uçurumu in müşterek dilinden ve sihirli bağından mahrum oluşu doğurdu. Osmanlı efendisi kendisi ile halk arasına sanatın narin köprüsünü kuramadı.
7.İş Ve Gönül Kaynaşmazlığı: iki dejenere Osmanlı efendisi bir araya gelip de iş ve gönül beraberliği yapamazlar. Organizasyon, kooperasyon, koordinasyon kelimeleri yalnız kelime olarak değil ,mana olarak da kendilerine yabancıdır. Halbu ki ecdadı ne büyük teşkilatçı idi.
İntihat devrinde müsbet aksiyon durunca teşkilatçılık zihniyeti de paslandı ve çürüdü. İşbirliği çözülünce millet birliğide dağıldı. Makine parçalarına yarıldı. Uzviyet kalktı, uzuvlar kaldı. Bütün parçalandı. Cemiyet tecezzi ve inhilal etti. Her koyun kendi bacağından asıldı.
Osmanlı efendisi kendisini o kadar beğenmiştir ki, başkalarıyla işbirliği yapmaya tenezzül etmez.
Osmanlı efendisi o kadar kıskançtır ki başkalarının muvaffakiyeti içine zehir olur.
Osmanlı efendisi o kadar vesveselidir ki, kimseye birşey emniyet edemez.
8.Maymun İştahlılık: Osmanlı efendisi kıt ve kısır enerjisi olduğu için maymun iştahlıdır. Bir dalda duramaz. Hercaidir. Takip fikrinden mahrumdur. Çabuk yorulur ve çabuk bıkar ve işi oluruna bağlar. Zorlu bir cehit ve uzun zaman isteyen işlere ya hiç yanaşmaz, yahut başlar da yarı yolda bırakır tamamlamaz. Onun için bir işte, ihtisaslaşmak ve derinleşmek ömür törpüsüdür.
Parlak projelerden pek hoşlanır. Herşeyi düşünür bir şeyi gerçekleştiremez. Herşeye başlar bir şeyi sona erdiremez. Daima kolay muvaffakiyet peşinde koşar. Çabuk zengin olmak ister. Çabuk netice almak ister. Çabuk meşhur olmak ister.
9.Methomani: Osmanlı efendisi metholunmaktan pek hoşlanır. Metholunduğunu duymazsa kahrolur. Arkasından isterseniz gizlice küfredin. Fakat daima alenen daima methedin. Gaddarsa adil deyin. Tembel ise çalışkan, beceriksizse ağzı ile kuş tutar deyin. Kabiliyetsiz ise zekasından, cahil ise ilmi fazlından, küstahsa neza-ketinden, ahlaksızsa faziletlerinden bahsedin. İnanmaz ,fakat memnun olur. İnsan suya kanar, yemeğe tıkanır, fakat Osmanlı efendisi methe bir türlü doymaz?
Böyle bir batak üstünde samimiyet, karşılıklı saygı ve refah tabiatıyla kök salamaz. En ufak bir tenkit, en eski bir dostluğu yıkabilir.
Osmanlı cemiyetinde münakkit, denizden çıkmış balık gibi,yaşayamaz. Onun için tenkit yok, sözde tenkit vardır. Sözde tenkit iş üzerinde, eser üzerinde yürütülemez. Gaye kurmak değil yıkmaktır, düzeltmek değil bozmaktır. Münakaşa değil sövüşmektir. Sözde tenkitin unsurları, işin nasıl olduğu ve nasıl olması lazım geldiği hakkında, teknik, objektif tahliller, mutalaalar ve temenniler değil, şahsiyattır.
Kısaca Osmanlı efendisi ne tenkit etmesini bilir, ne de tenkide tahammül eder. O ya metheder, ya çatar, ya söver..
Tenkitsiz bir cemiyet, aynasız kalmış insana benzer.
Saçları dağınık, bıyıkları çarpık, burnu sümüklü, boynu kirli imiş ziyanı yok kendisi görmüyor ya başkaları da göremez sanır.
İdareimaslahat, hatır ve gönül, iltimas methomaninin tipik arazıdır.
10. Cinsi Muvazenesizlik : Osmanlı efendisi indinde kadın her şeyden önce, dir. Bu telakki, cinsler arasında tehlikeli bir gerginlik ve zararlı bir muvazze-nesizlik yarattı. Cinsi insiyaklar ulvileşemedi ve hayvan daima tahtında oturdu. Osmanlı cemiyetinde kadın nin üstüne çıkamadı ve erkek aygırlaştı.
Kadını bir tenasül aleti ve keyif vasıtası olarak telakki eden cemiyetler kötürümleşir ve iptidaileşir. Milletlerin ruh hıfsızssıhhada ( sağlığında) seks meselesi ön plandadır. Seks boyunduruğundan kurtulamayan milletler ve fertler hür olamazlar.
Ruhi hürriyet seks muvazenesinden doğar.
Cinsi esaret, esaretlerin en korkuncudur.
Cinsi tazyik, insanın tahripçiliğini uyandırır ve kamçılar.
Anadolu Türkü’ Osmanlı Düzeni içinde bir üstünlük iddia etmemiş, saygı gösterilmesini ve adalet istemişti. Yüksek idari ve askeri makamların, kapu kuluna ve azınlıklar eline geçmesi, bunların Türklere karşı baskı ve zulüm etmelerine neden olmuştu. Çünkü Osmanlı devleti, XVI. Asırdan itibaren bir azınlık eline düşmüştü. Memleketin kilit noktaları tamamıyla tutulmuş, azınlıklar memnun edilmiş, Türkler ezilmişti. Yönetim dini istismar ederek cahil ve bilgisiz insanları manen tatmin etmişler.
“Osmanlı hastalığı, Abdülhamid ve Vahdettin hastalığı diye bir hastalık yok!..”
Bunlar Cumhuriyet ve Atatürk düşmanlığını ifade biçimleridir.
* Vedat Nedim Tör, Dinimiz. Yedigün yayını, Haziran 1940, s. 14-33.
Cezmi Doğaner.