Gölbaşı Güncel Haber
HV
18 MAYIS Cumartesi 15:54

Mısır’ın Fethinden Sonra Osmanlıda Kültür Değişimi Ve Günümüze Etkileri

Mehmet Uluçay
Mehmet Uluçay
Giriş Tarihi : 06-10-2022 14:26

      Yavuz’dan üç yüz yıl sonra Mısır’ı fethe çıkan Napolyon’un ordusunda arkeolog, tabip, tarihçi, edebiyatçı gibi yaklaşık 1000 kişiye ulaşan entelektüel bir grup vardı. Piramitlerin gizemini ilk araştıran ekip de bunlardı. Fakat Yavuz’un güçlü ordusunda bilim insanı yoktu. Fetihten sonra piramitleri görmeye giderek bu eserlerin kimler tarafından inşa edildiğini öğrenmek istedi. Padişahın yanına getirilen yaşlı bir bilge "Bilmiyoruz,’"dedi. O devirde bir şehri ya da ülkeyi fetheden komutan oradaki bilgin, tüccar, sanatçı ve kanaat önderlerini de ganimet olarak yanında götürürdü.

Yavuz da bu geleneği bozmadı . Kahire ve Tebriz’den topladığı yaklaşık 1.500 nüfuzlu kişiyi yanına alarak İstanbul’a döndü. Hepsini mala, mülke ve makama boğdu. Bu insanlar zamanla başkentin siyasi, ticari ve entelektüel dünyasında söz sahibi olmaya başladı. Osmanlı Devletinin başkenti İstanbul, Arap dili ve kültürünün etkisine girmişti. İstanbul’a getirilen Arapların durumu, Arap coğrafyası tarafından takip edilmekteydi. Onların verdiği olumlu branşlar sayesinde Türklerin hilâfeti, Arap milletler arasında kabul görmeye başladı. Osmanlı hilâfetinin kabul görmesinin ardındaki asıl gerekçe ise Osmanlı Devleti’nin kutsal yerleri kontrol etmesi ve Hıristiyanlarla savaşabilen tek Müslüman ülke olmasıydı. Zira Portekiz ve İspanyol donanması Güney Arabistan, Yemen ve Etiyopya topraklarını işgal ettiğinde yardım gönderebilen tek devlet Osmanlı’ydı

      Doğu kültüründe hezârfen lakabıyla anılan Leonardo da Vinci, Osmanlıya iltica etmek istedi. Mektubun ekinde ise Galata Köprüsü projesi vardı. İkinci Beyazıt bu talebi de cazip bulmadı. Padişahın geri çevirdiği sadece bir sanatçı ya da bir köprü değil Rönesans denilen yeniden doğuş iklimiydi. Kapalı kişiliği, zamanın ruhunu okumasını engellemekteydi. Mediciler’in hamiliğindeki diğer bir dâhi olan Michelangelo ise 15O5’te Papa ile arasının açılmasından korkarak Osmanlı’ya sığınmak üzere haber gönderdi. Beyazıt’tan cevap gelene kadar Papa ile barışıp iltica etmekten vazgeçti. Gerçi , Yavuz Sultan Selim, babasının hatasını telafi etmek isteyip 1519’da Michelangelo’yu davet etti ama bu sefer de sanatçı kabul etmedi. Zira rüştünü ispat eden sanatçının şöhreti tüm Avrupa’yı kuşatmıştı. Böylelikle dünyayı dönüştüren Rönesans treni de kaçmış oldu.

Osmanlı Devleti’nin kaçırdığı üçüncü tren ise bilim devrimiydi. Özellikle 16. asrın sonlarına doğru felsefe başta olmak üzere matematik ve fen gibi akla dayalı ilimler, Kanuni döneminin şeyhülislamı Ebussuud Efendi’nin telkinleriyle müfredattan çıkarıldı ve hâlen de giremedi. Günümüz ilahiyat fakültelerinde matematik dersi yoktur. Gereksiz görülür. Hâlbuki felsefenin temeli mantık, mantığın temeli ise matematiktir. Matematik bilmeyen mantığı, mantık bilmeyen ise felsefeyi anlayamaz. Osmanlı bürokratları çok geçmeden nizâmı âlemin bozulmaya yüz tuttuğunu fark etmişti ancak cahil bırakılan bir toplumun daha kolay yönetileceğini de biliyorlardı. İkinci tercihte karar kıldılar. Bu ön kabuller yüzünden Takiyüddin’in rasathanesi yerle bir edildi. 90 yaşındaki Piri Reis, Şeyh Bedrettin, Molla Lütfi ve Ahizade gibi insanlar asıldı. Ancak asıl yitirilen, ülkenin geleceğiydi.

Yusuf Has Hacip’in monarşi dönemi için söylediği ‘Ülkeler kılıçla fetholur ama kalemle ayakta durur,’ sözünü hiçe sayan bir hata daha yapılarak Osmanlı kültüründe onur madalyası kabul edilen baş müderrislik payesi de ayağa düşürüldü. Başarılı Öğrenciler yetiştirmiş müderrisler her Ramazan ayında saraya davet edilerek bilimsel münazara yaparlardı. ‘Huzur Dersleri' adıyla bilinen bu mecliste, cevaplanamaz sorular yönelten kişi baş müderris olurdu. Atamayla değil liyakatla yapılan bu görevlendirmenin son uygulaması 1870’lerde gerçekleşmiş ve son münazarayı Rizeli Koratacı Galip Efendi kazanmıştı. Usûl değişince şehzadelere hocalık yapan müderris ve kazasker çocukları, 15 yaşına gelince müderris olmaya başladılar, Cehaletin verdiği kibirle yerleşen bu sisteme beşik ulemalığı denirdi. Skolastik düşünce parazit gibi yayılınca deneye dayalı bilimler bitti. 17. asrın sonlarında ‘bir ipliğe sinek pisliği bulaştırıp toprağa gömülürse nane yetişir’ benzeri bağnaz bilgiler zaten sayılı olan kitaplarda yer bulmaya başladı. Öğrenme ihtiyacı, inanma isteğine dönüşünce aklın yerini duygular aldı. Böyle bir ortamda dünyanın en rasyonel sistemi olan parasal altyapının oturtulması beklenemezdi. Kısacası seçkinleri bile at gözlüğü takan bir imparatorluğu harcamak için düşmana gerek kalmamıştı!

       Arap hocaların bazıları tekke ve zaviyelere atandı ayrılan kaynak artırıldı. Medrese öğrencileri vergi ve askerlikten muaf tutulunca talep patlaması yaşandı. Fakat fen bilimleri dışlandı. Çünkü Nizâmülmülk medreselerinde esinlenen Osmanlı eğitim sistemi, akılcılığın onda İmam-ı Âzam’ın fikirlerini sadece amelî fıkıh açısında alırken, İtikadî açıdan ise yeniliklere kapalı olan nakil benimsemişti. Osmanlı’nın bu tercihleri, gelecekteki 400 yılını olumsuz etkileyecek inanılmaz bir dönemeçti. Eğitim sistemi akılcıların değil nakilcilerin, kültürel yaşam Anadolu törelerinin değil Arap âdetlerinin, bilim dünyası ise araştırmaların değil hurafelerin esiri oluverdi. Artık ilim dili Arapça,edebiyat dili Farsça ve devlet dili Türkçeydi. Osmanlı Devleti de Memlukların bileğini bükmeseydi halifelik makamını alamazdı. Çünkü devleti ayakta tutan ordu, askeri ayakta tutan ise altındı. Kısacası "Hak,kuvvete bağlıydı." Antik Çağdan geleceğe para Dursun Ali Yaz 141,142. 230

Mehmet ULUÇAY 5-10-2022

YORUMLAR